Louise Hay - Heal Your Life®
Louise Hay’ in Heal Your Life® Atölyeleri Hakkında Daha Fazla Bilgi Alın.
Louise Hay’in “Düşünce Gücüyle Tedavi” kitabından alınmış, 1984 yılında kendisi tarafından yazılmış hayat hikayesi.
BENİM HİKÂYEM
“Hepimiz biriz”
“Çocukluğunla ilgili anılardan bana biraz söz eder misin?” Bu soruyu her hastama soruyorum.
Bilmek istediğim ayrıntılar değil; hangi koşullarda ve ortamlarda yetiştikleri konusunda genel bir bilgi istiyorum. Şu andaki sorunlarını yaratan düşünce ve inanç kalıpları uzun yıllar önce başladı. Bunu biliyorum.
On sekiz aylık bir bebekken annemle babam boşanmışlar. Bunu o kadar kötü olarak hatırlamıyorum. Ama hatırladığım korkunç şey, annemin bir evde yatılı hizmetçilik yapmak zorunda kaldığı için beni bir ailenin yanına bırakmasıydı. Üç hafta hiç durmadan ağlamışım. Bana bakan aile tahammül edemeyip beni anneme geri vermiş. Annem de başka bir iş bulmak zorunda kalmış. O dönemden aklımda kalan şey artık yeterince ilgi ve sevgi görmediğimdi.
Annemin üvey babamla onu sevdiği için mi, yoksa bize başımızı sokacak bir ev sağladığı için mi evlendiğini bilmiyorum. Üvey babam şiddetin en iyi terbiye sistemi olduğuna inanan katı bir Almandı.
Annem kız kardeşime hamile kaldı. O sırada 1930 ekonomik bunalımı üzerimize çöktü. Üvey babamdan her gün dayak yiyordum. Ve sadece beş yaşındaydım.
Aynı dönemde bir alkolik komşumuzun tecavüzüne uğradım. Doktorun muayenesini hâlâ hatırlıyorum. Adam on beş yıl hapse mahkûm oldu. Üvey babamdan sürekli işittiğim şuydu: “Suç sende, senin hatan.” Yıllarca bu kadar kötü bir çocuk olduğum için adamın hapisten çıkıp beni cezalandıracağı korkusuyla yaşadım.
Çocukluğumun büyük bölümü fiziksel ve cinsel tacizle geçti. Özgüvenim gittikçe azaldı, azaldı. Kendi hakkımdaki imajım, bir hiç ve değersiz olduğumdu. Ve bunu hayatıma yansıtıyordum.
İlkokul dördüncü sınıftaki bir olayı hiç unutamıyorum. Bir gün okulda parti vardı. Herkes paylaşmak için çeşitli pastalar getirmişti. Sınıf arkadaşlarımın çoğu hali vakti yerinde orta sınıf ailelerden geliyordu. Bir tek ben, eski püskü elbiselerle, komik fiyonklu saçlarımla ve kötülükleri uzakta tutması için her gün yemek zorunda olduğum taze sarmısağın kokusuyla ne kadar da farklıydım. Hayatımda hiç pasta yememiştim. Mali gücümüz yetmiyordu böyle lüks yiyeceklere.
Yaşlı bir komşu kadın her hafta bana on sent, yaşgünüm ve Noel’de de bir dolar veriyordu. On sent aile bütçesine gidiyordu. Dolar ise eskici dükkânından alınan bir yıllık iç çamaşırıma.
İşte o okul partisinde çok pasta vardı. Pastayı her gün yeme imkânı olan bazı çocuklar ikişer, üçer dilim pasta yediler. Sıra bana geldiğinde (tabii ki sonuncu sıradaydım) pasta kalmamıştı. Tek bir dilim bile.
Şimdi bu olayı düşündüğümde nedenini biliyorum. Kendi hakkımdaki onaylanmış inancım “değersiz” olduğumdu. Hiçbir şeyi hak etmeyecek kadar değersizdim. İşte bu inancım beni pastasız bırakmıştı. Herkes benden önce geliyordu. Hep sıraların, kuyrukların sonunda yer alıyordum. Bu benim düşünce ve inanç kalıbımdı. Ve yaşadıklarım da sadece inançlarımın bir aynasıydı.
On beş yaşına geldiğimde cinsel tacizlere daha fazla dayanamadım. Evden de, okuldan da kaçtım. Garson olarak bir kafede bulduğum iş, evde yapmak zorunda olduğum işlerin yanında çok kolay kalıyordu.
Sevgi ve şefkate aç, özdeğerden de yoksun olduğum için bana en ufak bir yakınlık gösteren herkese bedenimi sundum. Ve on altı yaşında bir kız bebek doğurdum. Ona bakamayacağım için, çocuksuz, iyi bir aileye vermek zorunda kaldım. Bebek isteyen çocuksuz bir aile buldum. Hamileliğimin son dört ayında aileyle birlikte yaşadım. Hastanede doğum yaptığımda çocuğumu onların nüfusuna geçirdim.
Bu koşullar altında anneliğin sevincini değil, suçluluğu, utancı ve kaybetmenin acısını yaşadım. O zaman için tek istediğim bu utanç dolu dönemi mümkün olduğunca çabuk unutmaktı. Bebeğimin sadece kocaman ayak parmaklarını hatırlıyorum. Tıpkı benimkiler gibi olağanüstü büyük. Eğer bir gün karşılaşırsak, onu ayak parmaklarından tanıyacağımdan eminim. Bebeğim onu bıraktığımda sadece beş günlüktü.
Hemen eve döndüm. Hâlâ kurban rolünü oynamayı sürdüren anneme, “Hadi gidiyoruz. Bu hayata artık katlanmak zorunda değilsin,” dedim. Benimle geldi. Babasının gözbebeği olan on yaşındaki kız kardeşimi babasıyla bırakarak evi terkettik.
Annemi, küçük bir otelde kat hizmetçisi olarak iş bulduktan ve kendi başına özgür ve rahat olabileceği bir apartmana yerleştirdikten sonra, sorumluluğumu yerine getirdiğime karar verdim. Bir aylığına Chicago’da bir kız arkadaşımın yanında kalmak üzere yola çıktım… Ve otuz yıl sonra geri döndüm.
Chicago’daki ilk yıllarımda, çocukluğumda yaşadığım şiddet ve değersizlik duygusuyla, hayatıma hep bana alışkın olduğum şiddeti gösteren, kötü davranan ve döven erkekleri çektim. Hayatımın geri kalan kısmını da erkeklerden yakınarak, talihsizliğime yanarak ama aynı deneyimleri tekrar ederek geçirebilirdim.
O dönemde olumlu düşünce öğretisiyle karşılaşmasaydım, ömür boyu aynı türden erkekleri kendime çekmeye devam edecektim. Yavaş yavaş öğrendiklerimi hayatıma uyguladıkça, özgüvenim artmaya başladı. Bu tür erkekler de hayatımdan kaybolmaya başladı. Artık bilinçaltımdaki “kullanılmayı, şiddeti hak ediyorum” inancımın farkına varmıştım. Bu inancımı değiştirdiğimde yaşam çizgimi de değiştirmiş oldum.
Artık kadınları döven bir erkek, benim varlığımdan haberdar bile olamaz. Çünkü artık çizgilerimiz birbirini çekemez.
Birkaç yıl Chicago’da ufak tefek işlerde çalıştıktan sonra New York’a gittim. Ve şans yüzüme güldü. Büyük modacıların elbiselerini sunan bir manken oldum. Ama böylesine aranan bir manken olmak bile, özdeğerime pek katkıda bulunamadı. Güzel olduğumu bir türlü kabul edemiyordum. Kendimde sürekli kusur arıyordum.
Uzun yıllar moda endüstrisinde çalıştım. Harika ve kültürlü bir İngiliz centilmeniyle tanışıp evledim. Birlikte dünyayı dolaştık. Kral ve kraliçelerle tanıştık, Beyaz Saray’da bile yemek yedik. Hem bir manken, hem de harika bir erkekle evli olmama rağmen, özdeğer duygum hâlâ azdı. Taa ki, iç dünyam üzerinde çalışmalara başlayana dek.
On dört yıllık evliydim. Bir gün eşim boşanmak istediğini, bir başkasıyla evleneceğini söyledi. Yıkılmıştım. Tam güzel şeylerin sürekli olabileceğine inanmaya başlamışken.
Ama zaman geçiyor ve yaşamayı sürdürüyordum. Hayatımın büyük değişimler geçireceğini hissediyordum. İlkbaharda gittiğim bir numerolojist, sonbaharda küçük bir olayın hayatımı değiştireceğni söyleyerek hissettiklerimi onaylamış oldu.
Olay o kadar küçüktü ki, aradan birçok ay geçtikten sonra önemini kavrayabildim. Bir gün tesadüfen New York’ta Zihin Bilim Kilisesinin metafizik bir toplantısına katıldım. Orada dinlediklerim benim için yepyeni bilgilerdi. İçimdeki ses bana “Dikkatle dinle” dedi. Dinledim. Kilisenin sadece pazar servislerine değil, haftalık kurslarına da katılmaya başladım.
Artık güzellik, moda dünyası bana cazip gelmemeye başlamıştı. Daha kaç yıl bel ölçümle, kaşlarımın biçimiyle ilgilenmek zorunda kalacaktım ki? Liseyi bile bitirmemiş olan ben, artık olağanüstü bir bilgi açlığıyla, metafizik ve insanın kendini iyileştirme gücüyle ilgili her türlü kitabı yutarcasına okuyordum.
Zihin Bilim Kilisesi artık ikinci evim olmuştu. Hayatım eskisi gibi devam etmesine rağmen, bu tür kurslar gittikçe daha çok zamanımı alıyordu. Üç yıl süren çalışmalardan sonra kilisede diplomalı pratisyen olmak için müracaat etmeye hak kazanmıştım. Sınavı başarıyla geçtim. Ve artık kilise danışmanı olarak çalışmaya başlamıştım.
Küçük bir başlangıçtı. Bu dönem içinde Transandantal Meditasyon öğretmeni de oldum. Kilisenin Ministerlik Eğitim Programı’na katılabilmem için bir yıl daha beklemem gerekiyordu. Kendim için özel bir şey yapmaya karar verdim. Fairfield, Iowa’da altı aylığına Maharishi Uluslararası Üniversitesi’nde eğitim gördüm.
O dönemde benim için en uygun yerdi. Hazırlık sınıfında, her pazartesi sabahı yeni bir konuya başlıyorduk. Biyoloji, kimya, görecelik kuramı gibi sadece isimlerini bildiğim konulardı bunlar. Her cumartesi sabahı sınava giriyorduk. Pazar dinlenme günüydü ve pazartesi sabahı her şeye yeniden başlıyorduk.
New York’ta dikkatimi dağıtan hiçbir şey burada yoktu. Kampusta en yaşlı öğrenciydim ve çok mutluydum. İçki, sigara, uyuşturucu yasaktı. Günde dört kez meditasyon yapıyorduk. Okuldan ayrıldığım gün havaalanındaki sigara dumanından düşüp bayılacağımı sandım.
New York’a döndüm. Hayatıma kaldığım yerden devam ettim. Kısa bir süre sonra Ministerlik Eğitim Programına başladım. Kilisede ve sosyal etkinliklerde faal bir biçimde yer aldım. Öğle toplantılarında konuşmalar yapmaya ve danışan kabul etmeye başladım. Bu çalışmalarım çok kısa bir zaman içinde tam gün mesleğe dönüştü. Yaptığım çalışmalardan esinlenerek Bedeninizi İyileştirin (Heal Your Body) adlı küçük kitabı yazdım. Bu kitapta bedendeki fiziksel hastalıkların metafiziksel nedenlerini anlatıyordum. Bu konuda değişik şehirlerde konferanslar vermeye ve kurslar düzenlemeye başlamıştım.
Ve bir gün dünya başıma yıkıldı. Kanser teşhisi konmuştu.
Beş yaşında tecavüze uğramış ve dayak yiyerek büyümüştüm, bu geçmişimle vajinamda kanser yaratmamdan daha doğal ne olabilirdi?
Şimdi tüm bildiklerimi ve öğrettiklerimi kendi üzerimde uygulamak zorundayım. Hastalarım üzerinde yaptığım çalışmalarda zihinsel iyileştirme yönteminin başarılı sonuçlar verdiğini biliyordum. Bu konuda kitap da yazmıştım. Kitabımda yazdığım gibi kanser, insanın uzun yıllar içinde bastırdığı derin öfkenin bedendeki ifadesi değil miydi? Bedeni yiyerek kendisini göstermiyor muydu? Beni çocukluğumda kullanan “o” insanlara duyduğum öfkeyi yenmek istemeyi reddetmiştim o güne kadar. Kaybedilecek zaman yoktu. Yapılacak çok şey vardı.
Birçok insan için çok korkutucu olan TEDAVİSİ İMKÂNSIZ teşhisi, bana göre dış yöntemlerle geçirilemeyen bir hastalık demek. Öyleyse tedavi için içe dönmek gerekiyordu. Kanserden kurtulmak için ameliyat olsam bile, kanseri yaratan düşünce sistemimi değiştirmezsem, doktorlar bedenimi kesip biçmeye devam edeceklerdi. Taa ki kesip biçilecek Louise kalmayana kadar.
Bu fikri beğenmemiştim.
Eğer kanserli bölüm ameliyatla temizlenirse ve kanseri yaratan düşünce kalıbından da arınılırsa, kanser yeniden oluşmaz. Kanser ya da herhangi bir hastalık, ameliyattan sonra yeniden oluşuyorsa, bu doktorların “başarısız” ameliyat yapmış olduklarından kaynaklanmaz. Neden, hastanın düşüncelerinde bir değişiklik yapmamasındandır. Kişi hastalığını yeniden yaratır. Ama aynı yerde, ama vücudun bir başka yerinde.
Kanseri yaratan düşünce yapımı değiştirirsem, operasyona bile gerek kalmayacağına inanıyordum. Doktorlara param olmadığını söylediğimde, bana üç aylık ömür biçmişlerdi.
Derhal kendimi iyileştirme sorumluluğumu üstlendim. İyileşme sürecinde bana yardımcı olabilecek her türlü alternatif tedavi yolları üzerinde okumaya ve araştırmaya başladım.
Sağlıklı Beslenme dükkânlarını gezerek, kanser konusunda yazılmış tüm kitapları satın aldım. Kütüphanelere giderek daha çok okudum. Ayak refleksolojisi ve kolon terapisini inceledim. Her ikisinin de bana yararlı olacağı sonucuna vardım. Doğru insanlar da hep karşıma çıkıyordu nedense. Ayak refleksolojisi üzerinde epeyce okuduktan sonra bir uzman aramaya başladım. Bir konferansa katıldım. Genellikle ön sıralarda oturmayı tercih ettiğim halde, o akşam arka sıralarda oturma arzusu duydum. Bir dakika sonra bir adam yanımdaki sandalyeye oturdu. Ve tahmin edin bakalım. Ailesini ziyarete gelmiş bir ayak refleksolojistiydi. Bana iki ay boyunca haftada üç kez tedavi uyguladı. Çok büyük yardımı oldu.
Ayrıca kendimi sevmem ve onaylamam da gerekiyordu. Çocukluğumda çok az sevgi görmüştüm. Kimseden değerli olduğumu hissetme konusunda destek görmemiştim. Sürekli aşağılamalarını, eleştirmelerini kabullenmiş ve değersiz olduğuma inanmıştım.
Yaptığım çalışmalarda kendimi sevmenin ve onaylamanın şart olduğunu farketmiştim. Ama bunu sürekli erteliyordum. Tıpkı hep yarın yapmaya başlayacağımızı söylediğimiz diyetler gibi. Ama artık daha fazla erteleyecek zamanım yoktu.
Başlangıçta aynanın karşısına geçip, “Louise, seni seviyorum, gerçekten seviyorum,” demek çok zor geliyordu. Ama zamanla kolaylaştı. Ben de inanmaya başlamıştım kendimi sevdiğime.
Çocukluğumdan beri içimde bastırdığım öfke ve suçlama duygularını dışa vurup kendimi özgür kılmam gerektiğini de biliyordum.
Evet, cinsel, fiziksel ve zihinsel tacizle dolu geçen zor bir çocukluk dönemi yaşamıştım. Ama bunlar yıllar önceydi. Kendime hâlâ öyle davranmam için mazeret olamazdı. Bedenim kanserin yayılmasıyla sözcüğün tam anlamıyla kemiriliyordu. Çünkü affetmemiştim.
Olayların ardındakileri görüp, ne tür deneyimlerin bir çocuğa böyle davranabilen insanları yarattığını ANLAYABİLMEM gerekiyordu.
İyi bir terapistin yardımıyla içimdeki kızgınlığı dışa vurdum. Yastıkları yumruklayarak, öfkemi avazım çıktığı kadar bağırıp ifade ederek… Bu çalışmalar, kendimi arınmış hissetmemi sağladı… Ve de kendimi daha temiz hissetmemi!
Yavaş yavaş anne ve babamın bana bölük pörçük anlattıları çocukluklarına ait hikâyeleri biraraya getirmeye başladım. Onlara ait daha bütün resimleri görebiliyordum. Gelişen anlayışımla ve yetişkin gözüyle çocukluk yaşamlarına bakmaya başladığımda, yaşadıkları acılar için onlara şefkat duymaya başladım. Ve suçlamalarım yavaş sublaminar kayboluyordu.
Ayrıca iyi bir beslenme uzmanının yardımıyla yıllar boyu yediğim abur cubur yiyeceklerin bedenimde biriktirdiği toksinlerden arınmaya çalıştım.
Zararlı yiyecekler vücutta zehirli birikimler, zararlı düşünceler de zihinde zehirli birikimler yaratıyor.
Sadece yeşil sebze ve tahıllardan oluşan bir beslenme tarzı uyguladım. İlk ay bağırsaklarımı da haftada üç kez temizlettim.
Ameliyat olmadım. Zihinsel, fiziksel ve duygusal arınmanın sonucu, altı ay sonra doktora yeniden gittim. Doktorlar, zaten bildiğim bir şeyi doğruladı. Bedenimde tek bir kanser hücresi bile yoktu.
Artık bizzat kendi deneyimimden biliyordum. DÜŞÜNCE, İNANÇ VE DAVRANIŞ BİÇİMİMİZİ DEĞİŞTİRMEYİ İSTERSEK, HER HASTALIK İYİLEŞTİRİLEBİLİR.
Bazen büyük bir trajedi gibi görünen şey, bir olay, daha üst boyutta bir iyiliğin ve gelişmenin nedeni oluyor. Bu deneyimimden çok şey kazandım ve yeni bir görüşle değerlendirmeye başladım. Benim için gerçekten önemli olan şeylerin ne olduğunu yeniden gözden geçirdim. Ağaçsız New York’u ve kötü iklimini terketmeye karar verdim. Bazı hastalarım, onları bırakırsam “öleceklerini” söylediler. Onlara yılda iki kez gelip gelişimlerini izleyeceğime söz verdim. Ayrıca her zaman bana telefonla ulaşabilirlerdi. İşimi kapadım ve zevkli bir tren yolculuğuyla California’ya doğru yola çıktım. Los Angeles’in başlangıç noktası olacağına karar verdim.
Yıllar önce burada doğmama karşın, benden bir saat uzakta yaşayan annem ve kız kardeşim dışında kimseyi tanımıyordum. Hiçbir zaman yakın ve sıcak bir aile olmamıştık. Ama yine de annemin birkaç yıldır kör olduğunu öğrendiğimde, kimsenin bana bildirmek zahmetine girmemesine şaşırdım. Kız kardeşim beni göremeyecek kadar “meşguldü”. Onu kendi haline bırakıp yeni hayatımı kurmaya başladım.
Bedeninizi İyileştirebilirsiniz adlı küçük kitabım, bana birçok kapıyı açtı. Her türlü Yeni Çağ toplantılarına katıldım. Kendimi tanıtıp, uygun gördüğüm kişilere kitabımı verdim. Daha sonra böyle zevklere pek fazla zaman bulamayacağımı bildiğimden, ilk altı ay sık sık deniz kıyısına gittim. Yavaş yavaş hastalar gelmeye başladı. Orada burada konferans vermeye davet ediliyordum. Los Angeles bana “hoşgeldin” demişti. Hayatım yoluna girmeye başladı. İki yıl içinde çok hoş bir eve taşındım.
Los Angeles’teki yeni yaşam tarzım, çocukluk yaşamımdan ne kadar farklı bir bilinci içeriyordu. Gerçekten hayatım akıcı bir şekilde gelişiyordu. Hayatımız tümüyle nasıl değişebiliyor?
Bir gece kız kardeşimden telefon aldım. İki yıl içinde ilk telefon. Artık doksan yaşında, hem kör hem de sağır olan annemizin düşüp sırt kemiklerini kırdığını söylüyordu. Bir anda annem, güçlü ve bağımsız bir kadın olmaktan, acılar içinde kıvranan çaresiz bir çocuk durumuna düşmüştü.
Bu olay, kız kardeşimle aramızdaki iletişim kopukluğunu yeniden kurmamıza yaradı. Nihayet iletişim içindeydik. Kız kardeşimin de aşırı derecede sırt sorunları olduğunu, otururken, yürürken çok ağrı çektiğini öğrendim. Sessizce acı çekiyordu. Aneroksik, yani bir deri bir kemik görünüşüne rağmen, kocası hastalığının farkında bile değildi.
Annem bir ay hastanede yattıktan sonra evime geldi. Bakıma muhtaçtı.
Hayatın akışına güvenmeme rağmen, nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Tanrıya şöyle seslendim: “Peki, Tanrım, ona bakacağım ama bana yardım etmek zorundasın ve parayı da temin etmelisin!”
İkimiz için de oldukça zor bir uyum sağlama dönemiydi. Cumartesi akşamı evime geldi; ertesi cuma, dört günlüğüne San Francisco’ya gitmek zorundaydım. Onu yalnız bırakamazdım ve gitmek zorundaydım. “Tanrım, bunun çaresini bul. Gitmeden önce bana, annemin bakımı için doğru insanı gönder,” dedim.
Perşembe akşamı doğru insan “geldi”. Hem annemin bakımını, hem evimin idaresini üstlendi. Bir kez daha temel inançlarımdan biri onaylanıyordu. “İhtiyacım olan şey, daima Kozmik Bilinç tarafından karşılanır.”
Yine bir ders alma dönemine girdiğimi biliyordum. Çocukluğumdan kalan duygusal çöplüğü temizlemem için önüme imkân çıkmıştı.
Annem, çocukken beni koruyamamıştı. Ama şimdi ben ona bakabilirdim ve bakacaktım. Annem, kız kardeşim ve benim aramda yeni bir serüven başladı.
Kız kardeşime istediği yardımı verebilmem, başka bir mücadeleyi getiriyordu. Yıllar önce annemi alıp götürdükten sonra, üvey babamın öfkesini ve şiddetini kız kardeşime yönelttiğini öğrendim. Zulmedilme sırası ona gelmişti.
Fiziksel sorunları korku ve gerginlikle, ayrıca kimsenin ona yardım edemeyeceği inancıyla iyice katmerlenmişti. İşte, kurtarıcı olmak istemeyen Louise, kız kardeşine hayatının bu noktasında iyiliği seçmesi için bir imkân vermeye çalışıyordu.
Adım adım, hem ona güven ortamı sağlayarak, hem de bildiğim alternatif sağlık yöntemlerini uygulayarak iyileşmesinde oldukça yol alıyoruz. Çalışmalarımız halen sürüyor.
Annem ise çok daha hızlı gelişme gösteriyor. Elinden geldiğince günde dört kez egzersiz yapıyor. Bedeni gittikçe güçleniyor ve esneklik kazanıyor. Ona işitme cihazı aldım, hayata ilgisi arttı. Hıristiyan Bilimi inançlarına ters düşmesine rağmen, tek gözünden katarakt ameliyatı olması için ikna ettim. Tekrar görmeye başlaması onun açısından, dünyayı onun gözleriyle görmemiz de bizim açımızdan ne kadar mutluluk verici. Yeniden okuyor olabilmekten de o kadar mutlu ki.
Annem ve ben, hiç daha önce yapmadığımız bir şekilde oturup konuşmaya zaman ayırmaya başladık. Aramızda yeni bir anlayış gelişti. Bugün birlikte ağlayarak, gülerek ve sarılarak kendimizi daha özgür hissediyoruz. Bazen beni çileden çıkaran şeyler de yapıyor. O zaman, içimde temizlemem gereken daha başka bir şeyler olduğunun farkına varıyorum.
İşim gittikçe gelişiyor. Menajerim Charlie Gehrke’nin çalışmalarıyla gelişen bir Merkez’im ve çok sayıda yardımcım var. Orada kurslar veriyor ve yatılı eğitim programlarını sürdürüyoruz.
Hayatım 1984’ün sonbaharında bu noktadaydı.
Louise Hay’ in Heal Your Life® Atölyeleri Hakkında Daha Fazla Bilgi Alın.